İkinci Ligde oynadığı yıllar, onun futbol hayatının dönüm noktalarını oluşturuyordu. Gelecek vaat eden bir kaleci olarak Eskişehir’den Uşakspor’a geleli henüz birkaç ay olmuştu ki, Milli Takım kadrosuna seçildi.
Yaklaşık 10 yıl sonra, bu kez Ankaragücü formasıyla İkinci Ligde mücadele ederken, önce Türkiye Kupasını ardından Devlet Başkanlığı Kupasını kazanan takımın kaptanıydı. Arada Fenerbahçe’yle kazanılmış iki lig şampiyonluğu ve bir Türkiye Kupası vardı. Gençlik yıllarında komple bir sporcu olarak bütün takım sporlarında mücadele eden Adil Eriç’in renkli anılarını kendisinden dinlemeye başlıyoruz:
“1952 doğumluyum. Annem Söğütlü. Babam Bulgaristan göçmeni olarak Eskişehir’e gelmiş. Borsa Hanı dedeminmiş. Onun yanında çalışmaya başlamış. Bir süre sonra annemle evlenmişler. Biz iki kardeşiz. Kardeşim Sadullah da Kılıçoğlu Toprakspor ve Muhafızgücü’nde hentbol oynadı. Benim dayım Eskişehirspor’un kalecisi meşhur Yağlı Orhan’dır. Eskişehirspor ilk kurulduğunda takımda vardı. Ben de onun kale arkasında durup, top toplardım. Bizim mahalle arsaları vardı, büyük arsalar. O zaman maçlar orada oynanırdı, amatör küme değil ama iddialı mahalle maçları. İyi futbolcular oradan yetişirdi. Ben de kale arkasında top toplardım. Merak öyle başladı. Yani kaleciliği seçmemde dayımın rolü var.”
“Sonra Eskişehir’de bir futbol okulu açılacak dediler 1965’te. Adil Atalı, Şahin Kırtepe – beş tane antrenör – Gavur Ali derler, Ali hocamız vardı. Atatürk Stadı’na gittik, seçmeler yapıldı. Gazetede ilan edeceğiz dediler. İstikbal gazetesi vardı Köprübaşı’nda. Birkaç gün sonra gidip baktık, kazanmışız. Antrenmanlar Atatürk stadı kenarında, tribünlerin önünde geniş çimler vardı. Oralarda ve kale arkalarında başladık idmanlara. Zaman geçtikçe Eskişehirspor maçları öncesinde iki takım kendi aramızda oynamaya başladık. Seyirci bayılıyordu bize. Bu takım sonra Eskişehirspor genç takımı oldu. Rahmetli Metin Parlaroğlu, Ahmet Karaçöl, Hüdai – o grubun hemen hemen hepsi futbolcu oldu. Ankara’ya geldik. Demirspor’un genç takımı vardı. Onlar bizden büyüktü. 19 Mayıs’ta onlarla oynadık.”
“Uşak’a gidene kadar hayatım hep Eskişehir’de geçti. Ticaret Lisesini bitirdim. Beden eğitimi öğretmenim rahmetli Hüseyin Mor’du. Dersten çıktım mı doğru onun odasına giderdim. Okulun bütün branşlarında – futbol, basketbol, voleybol, masa tenisi – faaldim. Okulun bahçesinde futbol antrenmanı, salonda basketbol, voleybol, her gün rahmetli hocamla beraberdik. Şimdi onun anısına kardeşimin de yardımlarıyla 1500 ağaçlık bir hatıra ormanı yapıldı. Açılışına ben de gittim. Hocam çok önemliydi benim için.”
Eskişehirspor basketbol takımı. “Pivot oynuyordum. Boyum 1.88’di. Çok iyi fast break’e kaçardım.”
“Eskişehirspor genç takımında oynadım. Hocamız Abdullah Matay’dı. Önemli maçlarda A takımındaki kalecileri oynatıyorlardı. Ben de arada bir 10 maç filan oynadım. Futbol okulundan hocam olan Şahin Hoca, Kılıçoğlu Toprakspor’u çalıştırıyordu. Yaşımı doldurunca, ‘Gel seni alalım’ dedi. Bir de işe aldılar beni orada, kiremit-tuğla fabrikasında. 650 lira maaş alıyordum. Fabrikanın içinde antrenman sahası, soyunma odaları, duşlar filan vardı. Haftalık 10 lira antrenman primi veriyorlardı. Maç başına 20 lira prim veriyorlardı, çok büyük paralar. İki sene orada oynadım. Birinde şampiyonluğu Havagücü’ne kaptırdık ama ben 14 maçta 1 gol yedim, 19 gol attık; artı 18 averaj. Havagücü 29 gol atıp 6 gol yemiş, artı 23 averajla onlar şampiyon oldu. Türkiye şampiyonasında amatör takımlar istediği takımdan takviye alabiliyordu. Beni takviye aldılar. Benden çok büyük astsubay Basri abi vardı, kaleci. Beni onun yerine aldılar. Türkiye Şampiyonasına uçaklarla gidiyorduk. Trabzon, Kayseri, Antalya… Türkiye ikincisi olduk. Trabzon Yolspor galiba şampiyon oldu. İkinci olunca bize bir hatıra vazosu verdiler.”
Eskişehir İTİA futbol takımı, 1972. “Türkiye üniverseteler arası futbol şampiyonasında ikinci olduk. Bursa’da finallere gitmiştik. Bursa şampiyon oldu.”
Burada araya girip Eskişehir’den yetişen bir başka ünlü kaleci Rasim Kara’yı soruyoruz. Adil Eriç, Eskişehir’de oynadığı yıllarda rakibi olan Kara’nın kendisini Uşaksporlu idarecilere tavsiye ettiğini söyleyerek devam ediyor: “Rasim Işıkspor’da oynadı, ben Toprakspor’da. Ondan önce o Demirspor gençteydi, ben Eskişehirspor gençteydim. Sonra o Uşakspor’a gitti, ardından Bursaspor’a transfer oldu. O Bursa’ya giderken, Eskişehir’de kaleci var mı diye soruyorlar, ‘Adil var kaçırmayın,’ diyor. O Bursa’ya ben Uşak’a gidiyorum. Uşak’ta bir sene kaldım, hemen Fenerbahçe’ye gittim. Daha sonra o Bursa’dan Beşiktaş’a geldi. Hâlâ da arkadaşız, 50 senelik arkadaşız.” Böylece Adil Eriç 1972-73 sezonunda, profesyonel bir futbolcu olarak Uşakspor forması giymeye başlamıştı. Genç yıldız başarılı olunca milli takım seçicilerinin de dikkatini çekmişti. “Rasim beni tavsiye edince, bir gece geldiler Uşak’tan, beni götürdüler. Oturduk, konuştuk. 25 bin lirası peşin, 60 bin liraya iki senelik mukavele. Uşak’ta ikinci ligde oynuyorum. Maçlar başladı; 10’uncu maçımda Ümit Milli Takıma, 20’nci maçımda A Milli Takıma çağırdılar. Milli takımla İtalya’ya gidiyorduk. Bir 5 bin lira daha verdiler o zaman bana. Yani 30 lira peşinat almış oldum.”
Uşakspor 1972-73. Soldan sağa ayaktakiler: Hanna Büyükyılmazel, Radyocu Mehmet, Ümran, Ahmet, Adil Eriç. Oturanlar: Nihat, Anadol Mustafa, Hüseyin, İbrahim, Zorbay Kalkan, Orhan.
Genç kaleci İkinci Ligde oynarken A Milli Takıma seçilince, İstanbul kulüplerinin dikkatini çekmesi kaçınılmaz olmuştu. İlk transfer tekliflerini bu sırada almış ve ertesi sezon Fenerbahçeli olmuştu. “Ben Uşakspor’dayken Fenerbahçe ile A Milli Takım hazırlık maçı yaptı. Milli takıma kaleci olarak Yasin, Sabri, ben – üçümüz çağrılmıştık; Galatasaray, Beşiktaş kalecileri ve Uşakspor kalecisi. Rahmetli Coşkun abi ilk yarım saat beni koydu, ikinci yarım saat Yasin’i, üçüncü yarım saat Sabri abiyi koydu. Koridorda giderken baktım soyunma odasının kapısında Didi’yle tercümanı var. Tercüman, ‘Hoca seninle çalışmak istiyor, gelir misin?’ diye sordu. Ben iki yaşımdan beri Fenerbahçeliyim, hastayım bir de yani. Radyo başında ağlamış adamım Fenerbahçe yenildiği zaman. ‘Tabii gelirim kısmetse’ dedim. Odaya girdim, duşumu aldım, giyindim çıkıyorum. Kapıda Baba Recep (Adanır). ‘Gel seninle Taşlık’a çıkıp bir çay içelim’ dedi. Gittik bir çay içtik. ‘Beşiktaş’a gelir misin?’ diye sordu. ‘Abi gelirim de ben biraz evvel Fenerbahçe’ye söz verdim,’ dedim. ‘Fenerbahçe sana ne verirse 100 bin lira fazlası,’ dedi. İki daire parası, büyük para. Ben o zaman Fenerbahçe’yle 225 bin liraya anlaşmıştım. ‘Teşekkür ederim abi, söz verdim dönemem,’ dedim. Geldi omzuma vurdu, ‘Aferin oğlum, tebrikler,’ dedi.”
“İlk geldiğim sene siyah kazakla oynuyordum. Sonra bir ara kırmızı giydim, kızdılar Galatasaray rengi diye. Sonra sarı kazak giymeye başladım.”
Adil Eriç 1973-74 sezonunda Fenerbahçe’ye geldiğinde önünde çok tecrübeli iki kaleci vardı. Bunlardan biri Romanyalı İlie Datcu’ydu ki, Türkiye’ye gelmiş yabancı futbolcuların en iyileri arasındaydı. Diğer kaleci Yavuz Şimşek de neredeyse 10 yıldır Fenerbahçe kadrosunda yer almaktaydı. Buna rağmen ilk sezonunda ondan fazla lig ve kupa maçında kaleyi korumuştu. “Didi ilk sene Datcu’yla dönüşümlü oynatmaya başladı bizi. Ama benim ilk maçım Galatasaray’a denk geldi. 0-0 bitirdim. Birkaç top geldi. Bir hava topu aldım, Şevki’nin ayaklarından 80’inci dakikada bir top aldım. Şükrü abi – sağbek Şükrü Birand maç bittikten sonra yanıma geldi, ‘Tamam oğlum yırttın arttık, Galatasaray maçını 0-0 bitirdin ya, bundan sonra yolun açık,’ dedi. O zaman defansta Timuçin ve Şükrü abi sağbek, Yılmaz abiyle Ziya abi libero-stoper, Alpaslan solbek oynuyordu. Takım çok iyiydi. Cemil-Osman-Ender forvet, orta sahada Ersoy, Selahattin, Önder vardı. Cemil abi deplasmanda topu götürüp, yazıp geliyordu. Şimdi olsa para yetiştiremezler. Kalenin önünde Alpaslan’a topu bırakıyordum. Kalenin önünde rakip geliyordu, ona çalım atıp gidiyordu. Dokunsa gol olacak, ama mümkün değil ayağından top alamazsın.” Nitekim bu kadro hem ligde hem kupada şampiyon olup “duble” yapmıştı.
Dereağzı’nda bir idmanda Fenerbahçe’nin üç kalecisi birlikte çalışıyor. Henüz kaleci antrenörünün olmadığı yıllar.
Fenerbahçe 1974-75 sezonunda bir kez daha lig şampiyonluğunu kazanırken, tecrübeli kaleci Datcu hiç forma giymemiş ve teknik kadroda yer almıştı. Didi bu kez Adil Eriç ve Yavuz Şimşek’i dönüşümlü olarak oynatmıştı. Brezilyalı teknik direktörle birlikte Fenerbahçe’nin o yıllarına damga vuran bir diğer isim başkan Emin Cankurtaran’dı. Adil Eriç’in onunla da ilgili güzel anıları var: “Geldiğimde Emin Cankurtaran başkandı. Müthiş bir adamdı, çok büyük adamdı. Söz verdiği parayı tıkır tıkır öderdi. 225 bine anlaştım, 175 binini peşin aldım. Mesela kardeşim geldi İstanbul’a gezmeye. Tesislerde gördü bizi. Hemen elini cebine attı, bir tomar parayı elime sıkıştırdı, ‘İyi yerlerde gezdir,’ dedi. Şampiyonluğu birkaç maç kala garantilemiştik. Maçı kazandığımız zaman hemen gelirdi soyunma odasına. Alpaslan ile ikimize, ‘Bu akşam nereye gidiyoruz?’ diye sorardı. ‘Başkanım siz nereyi isterseniz,’ derdik. ‘Hemen Bebek Belediye veya Maksim gazinosundan masa ayırtın,’ derdi. Biz arkadaşlarımızla bir masada otururduk. O bizim masamızda değil, yan masada otururdu.”
1975-76 sezonunun başlarında Benfica karşısında alınan farklı yenilgi sonrası Didi ile yollar ayrılırken, Adil Eriç de artık sürekli oynama şansı bulmuştu. “Üçüncü sezonda, Yavuz abiye sıra Benfica maçında geldi. Yedi tane yedik. Fakat o maçta Didi defansla çok oynadı. Yılmaz abiyi oynatmadı. Önceki maçta galiba Bolu’da yenmiştik. Aynı kadroyu o maça çıkardı. Zaten o maçtan sonra Didi gitti. Yerine Gegiç geldi. Ondan sonra hep beni oynatmaya başladı.”
Gegiç antrenördü. Bir Galatasaray maçı öncesi, Perşembe gecesi 11’de tesislere kontrole geliyor. Alpaslan’la yokuz. Bizi kadro dışı bıraktı. İdareciler merak etmeyin affettireceğiz dediler, etmedi. Galatasaray maçında üç tane yedik. Yavuz abi bir tane topu tuttu, çizgiden içeri düştü. Tekrar beni oynattılar. Rahmetli Turgay Şeren biz kadro dışı kalınca benim ağzımdan bir yazı yazdı, ‘Benim yerime Yavuz abi oynar üç gol yer. Ben sandalyemi alır tekrar kaleme geçerim,’ diye. O kadar kötü oldum ki ona telefon açtım. ‘Turgay abi, benim ne aile terbiyem ne ahlakım böyle sözler söyletmez’ dedim. Ben Fenerbahçe’nin amatör takımı çıksa Galatasaray’a yenilmez diyordum. Ama o öyle yazınca çok büyük olay oldu, beni çok perişan etti. Abi bunu düzeltelim dedim, ‘Bir daha alevlendirmeyelim, konuyu kapatalım,’ dedi. Aradan seneler geçti, Ankaragücü’ndeyim. Kupayı aldığımız 81 senesi. İstanbul’da Fenerbahçe’yi yendik yarı final maçında. Rövanşı Ankara’da. İki saat önce kapılar kapandı. Eskiden sahada ısınma yoktu, koridorda ısınıyorduk. Stadın kapısından bir bakayım dedim. Turgay abi 10 metre geride, içeriye giremiyor. Polisler kimseyi sokmuyor içeri. Hatta bize bile girerken birisi merhaba demişti, onunla konuşurken takımın gerisinde kalmışım. Bizi de sokmamaya kalktılar. ‘Kardeşim ben futbolcuyum, maçı ben oynayacağım,’ dedim de girebildim. Kapıdaki görevliye, ‘Şuradaki adamı getirir misin’ dedim. Turgay abiyi alıp aşağıdan tünelden geçirip basın tribününe çıkarttım. Epeydir de küsüz. Gazetedeki yazılarında, ‘Top öyle tutulmaz Adil’ diye yazıyor. Topu tutmuşum elimde ama yüzümü kaleye dönmüşüm. Top elimden kaçarsa gol olurmuş gibi şeyler yazıyor. Biz burada 1-1 berabere kalıp Fenerbahçe’yi eledik. Turgay abinin ertesi günkü yazısı ‘Ankaragücü’nün en büyük şansı, Adil gibi bir kaleciye sahip olması,’ idi.”
Fenerbahçe’de dört sezon geçiren Adil Eriç, Ankaragücü’ne transfer olmasını şöyle anlatıyor: “Fenerbahçe’ye geldim, iki sene üst üste şampiyon olduk. Bir daha uzattılar mukavelemi, iki defa ikinci olduk. Adana’da 2-0 galiptik, 3-2 mağlup olduk, Alpaslan penaltı kaçırdı. O sezon Trabzonspor şampiyon oldu. Boş mukaveleye imza atın dediler. Yavuz abi attı, kaldı. Ben boş mukaveleye imza atmam dedim. Yaşım daha 24. Yabancı kaleci gelince oynatmayacakları belli. Onun için ayrıldım. İvançeviç’i aldılar. Sabri abi – Sabri Kiraz – geldi Ankaragücü’nden. Beni birkaç kulüp istiyordu. ‘Oğlum dışarı gideceksen Ankaragücü’ne git, çok iyi takımdır’ dedi. O sene Ankaragücü 2. ligde şampiyon olmuştu. ‘Hem de bak rengin değişmeyecek, sarı-lacivert’ dedi. O laf benim kafama dank etti. Olur hocam dedim. Rahmetli kaleci Baskın abi ile Varan Turizmin sahibi Erol Pekuysal evime geldiler. Oturduk konuştuk, anlaştık. Şampiyon olunca Baskın abi bırakmaya karar vermiş. Jübilesinde kazağını bana verdi. 10 sene Ankaragücü’nde kaldım, yedi sene kaptanlığını yaptım.”
Adil Eriç’in katıldığı 1977-78 sezonunda Ankaragücü on biri. Soldan sağa ayaktakiler: Adil Eriç, Taner Kalender, Mehmet Aktan, Haluk Kargın, Erdoğan Bahçekoz, Ali Osman Renklibay. Oturanlar: Nurettin Kılıç, Köksal Mesçi, İskender Atasoy, Nihat Öztürk, Mustafa Başkan. (ayaktakileroturanlar.com)
Adil Eriç, şampiyon olup Birinci Lige dönen bir Ankaragücü’ne gelmişti ama sarı-lacivertli takım o sezon tekrar İkinci Lige düşmüştü. Eriç bunun sebebini, “Geldiğimde karma bir takım vardı, İkinci Lige düştü. Hem yaşlılar, hem tecrübesizlerden oluşan bir takımdı,” diye açıklayarak devam ediyor. “Düşüşün ardından iyi bir kadro kuruldu ve o takımla çıkış başladı. Herkes mevkisinin iyi adamıydı. Adil – Hikmet, Haluk, Fuat, İhsan – Taner, Cüneyt, Bonhof Nazmi – İrfan, Hurubeş Mehmet, Maradona Sadık. O zaman yabancı yasağı vardı ama biz çaktırmadan üç yabancıyla oynuyorduk!”
Sıra Ankaragücü tarihinin en parlak dönemlerinden biri olan 1980-81 sezonunu ve kazanılan iki kupayı – Türkiye Kupası ve Devlet Başkanlığı Kupasını konuşmaya geliyor. Bilindiği gibi o tarihte İkinci Ligde mücadele eden Ankaragücü, bu iki kupayı kazandığı için Federasyon kararıyla Birinci Lige terfi ettirilmişti. Adil Eriç’e, “Türkiye Kupasını kazanacağınızı ne zaman düşünmeye başladınız?” diye sorduğumuzda, “Kazanacağımızı hiç düşünmedik, hiç aklımıza gelmedi ama çeyrek finalde Beşiktaş’a orada 2-0 yenildik, burada 3-0 yendik,” diyerek devam ediyor. “Ondan sonra herhalde olacak bu iş dedik. Yarı finalde Fener’i de eledik. Bolu da Galatasaray’ı eledi. Finalde karşımızda Galatasaray yerine Boluspor var, kupayı alacağız dedik. İlk maç Ankara’da oynandı. 2-1 yenince kupa gitti dediler çünkü kupada bir gol yediğin zaman önemli. Rövanş maçında skoru korumak için değil normal futbolumuzu oynadık. Takır takır oynuyorduk zaten. Takım çok iyiydi, çok da güzel maç oldu. Müdafaamız iyi, orta sahamız iyi, forvetimiz iyi. Hepsi topu bilen adamlar, top ayaklarına yakışıyordu. Güzel top oynuyorduk.”
Çeyrek finalde İstanbul’daki maçta hakem bizi kıydı. Aleyhimize penaltı verdi, bizim penaltımızı vermedi, 2-0 bitirdi. Bursa bölgesinden bir hakemdi. Soyunma odasına girdik. Arkadaşlar yumruklarını duvara vurarak, ‘Biz bu takımı eleyeceğiz,’ dediler. Baskın abi hakeme telefon açtı, ‘Yazıklar olsun sana, hakemliği bırak,’ diye konuştu. Nitekim biz kupayı aldıktan sonra bıraktı hakemliği. Buradaki rövanşta saat beş buçukta maç, dokuza uçak bileti almışlar. Maç uzatmaya gitti. Hava alanına giderken otobüste giyinmişler. Birinci golü attık, ben santraya gitmişim tebrik etmeye. Beşiktaşlı Necdet de santrada dikiliyor. ‘Hiç merak etme, bugün üç olacak,’ dedim. Öyle bir inanç vardı. Birinci golden sonra yan yana altı kişi duruyor, altısının da yumrukları sıkılı. Öyle bir fotoğraf var. Zaten taraftarlar söylüyor: ‘Tünelin başında senin sarı kafanı, elini sallayarak haydi arkadaşlar rast gelsin diye fırlamanı gördük mü, her şey bitiyordu, tamam bugün aldık maçı diyorduk.”
“Yaşar Saygı bu fotoğrafla, Avrupa’daki bir yarışmada birincilik kazanmıştı. Maç bitti, kupayı aldık. Seviniyoruz, yerlerde yatıyoruz kalkıyoruz, ağlıyoruz, sarılıyoruz birbirimize. O sırada bir baktım, bizim çocuklar tellerin üstünden seyircilere atlıyorlar. İlk önce İhsan atladı herhalde. Arkasından Taner gitti, birisi daha gitti. Ama onlar yavaşça atlıyorlar. Benim atlama şeklim çok orijinal oldu. Yaşar Saygı da iyi yakalamış.”
Türkiye Kupasını kazanan Ankaragücü, lig şampiyonluğunu kazanan Trabzonspor’la Cumhurbaşkanlığı Kupası, o zamanki adıyla Devlet Başkanlığı Kupası için karşılaşmış ve bu maçı da 1-0 kazanarak sezonu çifte zaferle kapatmıştı. Adil Eriç bu maçın öyküsünü de şöyle anlatıyor: “Rahmetli vali Mustafa Gönül her sabah antrenmanımıza geliyor, bizle Ankara tava yiyor, hep bize destek oluyordu. Biz kupayı alınca Kenan Evren’le konuşuyor. ‘Paşam Ankara’nın birinci ligde takımı yok. Bu takım Türkiye Kupasını kazandı. Yarın sizin adınıza konulan kupada oynayacak. Ne yapabiliriz?’ diyor. Evren de ‘Araştırsınlar, bir formül bulsunlar,’ diye cevap veriyor. O zaman Yücel Seçkiner Beden Terbiyesi Genel Müdürü. Türkiye Kupasını ikinci lig takımı alırsa bir üst lige çıkar, birinci ligde düşme duruma olup da kupayı kazanırsa ligde kalır diye bir karar aldılar. Öyle biliniyor ama Birinci Lige çıkmak için hem Türkiye Kupası hem Devlet Başkanlığı Kupasını alır diye bir karar yok. Hatta Devlet Başkanlığı Kupası maçından önce Trabzonsporlular sormuş Ankaragücü Birinci Lige alındı mı alınmadı mı diye. O maçtan önce Ankaragücü lige alındı diye karar çıkmıştı. Ona rağmen çıktık yine yendik onları. Nazmi 30 metreden bir vurdu, üst ağlara attı. Şenol kaledeydi. Nazmi Şenol’a çok gol atıyordu, şansı tutuyordu. Biz Trabzonspor’u çok yeniyorduk. Orada da yenilmiyorduk.”
“O iki kupayı da alınca bize iyi prim verdiler. O zamana göre bayağı iyi para aldık. Primin dışında bir de mağazaların hediyeleri oldu. Ayakkabıcı çağırıyor ayakkabı veriyor, gömlekçi çağırıyor gömlek veriyor. Her tarafa çağırıyorlardı bizi. Kupayı aldığımız sene seyirci de çok müthişti. Buraya normalde üç büyükler geldiği zaman stadyum yarı yarıya dolar, hatta dörtte üçü İstanbul takımlarının taraftarı olur. Biz o sene oynadığımızda dörtte üçü Ankaragücü taraftarı, dörtte biri rakip taraftarı oluyordu. Takım iyi oynadıkça, kazandıkça adamlar coştular. Deplasman maçlarına da geldiler. Bugün maçlara gidenler de bizi özleyen, bizi bilen taraftar. Çocuklarına anlatmışlar, o eskiyi bilerek maçlara gidiyorlar. Kayseri’ye final maçına 20 bin kişi gitti buradan. Takımı ayakta tutan, hep moral veren taraftar. Eskişehir seyircisi de aynıdır.”
Ankaragücü 1982-83. Soldan sağa ayaktakiler: Haluk Kargın, Mehmet Şahin, Hüsnü Özkara, Alper Timur, Fuat Akyüz, Adil Eriç. Oturanlar: İskender Atasoy, Hikmet Hancıoğlu, Nazmi Erdenerin, Sadık Aksöz, Halil İbrahim Eren. (ayaktakileroturanlar.com)
Birinci Lige çıktıktan sonra altı sezon daha Ankaragücü kalesini koruyan Adil Eriç, 1986-87 sezonu sonunda futbola nokta koydu. “1987’de bıraktım kaleciliği, jübilemde kaleyi Arif’e devrettim. Bıraktığım zaman Gündüz hoca (Gündüz Tekin Onay) teknik direktör olmamı istedi. ‘Sen takım kaptanlığı yaptın. Kaptan teknik direktörün en büyük yardımcısıdır. Takımın üzerinde büyük etkin var,’ dedi. ‘Hocam ben kaleci okulu açacağım. Türkiye’de kaleci okulu yok, ilkini yapacağım bu işin,’ dedim. Jübile hazırlıkları sırasında bir yemek düzenlenmişti. Ne yapacaksın diye sorduklarında onlara da kaleci okulu açacağımı söyledim. Genel Müdür Kemal Kamiloğlu, ‘19 Mayıs dahil bütün tesisler emrinde,’ dedi. Beş sene kaleci okulu yaptım ama o arada Beden Terbiyesi ile de sözleşmeliydim. Mesela Mersin’de bir seminer oldu, gittim. Bütün Türkiye’deki amatör antrenörleri topladım. Üç gün onlara ders verdim. Sakarya bölgesinde yaptım bir de. Hatta Uşak’tan Tahir hocam da seminerime geldi. Futbol Federasyonu da antrenör kurslarındaki kalecilikle ilgili derslere hep beni yolladı. Türkiye’de gitmediğim yer kalmadı, Van’dan İzmir’e kadar. Kıbrıs’ta bile ders verdim. Hem de şehir şehir dolaştım orada. Kıbrıs Federasyon başkanı davet etmişti. Çok memnun oldular. 48 talebemiz vardı Kıbrıs’ta. Abdullah Gegiç’le beraber B kursu yaptık sonra orada. Bir ay kaldık.”
Adil Eriç’in futbolculuk sonrası döneminden, bugün pek hatırlanmayan bir husus kaleci eğitimiyle ilgili bir kitap hazırlamasıdır. Bu konuda şunları söylüyor: “Doğudaki kurslarda yayın yok mu hocam dediler, kitap istiyorlar. Bir araştırdım yok. Oturdum bir de kitap yazdım 89’da. Beden Terbiyesi’nin bir akademik kurulu vardı. Bunun hiçbir akademik değeri yok dediler. Niye, kaynakları yazmamışım. Ben 30 senelik bilgi birikimimi oraya aktarmışım halbuki. Ben ne anlarım kitap yazmaktan, verdiğim dersi kitaba aktardım. Sayfa düzenini, kapak tasarımını Cen Ajans’ta yapmışlardı. Kurula kızdım, vermiyorum kitapları dedim. Kafama esti, Milli Eğitim Talim Terbiye Kuruluna bir götüreyim şu kitabı, bakalım ne yapacaklar dedim. Karar bir seneden önce çıkmazmış. Üç ay sonra ders kitabı olarak onaylanmıştır diye karar çıktı.”
“Gündüz Hocanın döneminde Genç Milli Takımda kaleci antrenörlüğü yaptım. Takım Rusya’ya gidecekti. Ama o arada Milne Trabzonspor’a antrenör oldu. Tercümanı Ali abi ona, ‘Bu çocuğu mutlaka kaleci antrenörü olarak almalısın,’ demiş. Ali abi, ‘Kalk kampa gel, gidiyoruz,’ dedi. Bir sene Trabzon’da onunla beraber çalıştık. Milne bana, ‘Seninle daha önce tanışsaydım hep çalışırdım,’ dedi. Ankaragücü’nde de üç kere görev yaptım. İlkinde Candan Dumanlı ile çalıştım. ‘Bana tek yardımcı sen yetersin’ dedi. Hem kaleci antrenörü hem yardımcılık yaptım 92’de. Sonra Ali Osman’la beraber geldik 97 veya 98’de. En son düştüğümüz sene Hakan Kutlu ile birlikte çalıştık. Torunum olduktan sonra ayağımı kestim bu işlerden. Annesi babası işten gelene kadar ben ilgileniyorum torunumla.”
Yorum Yazın